Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi

14.05.2025 medyascope.tv

14 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız ve nihayet tam kadroyuz. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol Washington'da. O kadar çok konuşacak şey var ki hızlı hızlı hepsinden konuşalım istiyorum. Öncelikle tabii ki Trump’ın Körfez ziyaretinde çok ilginç bir fotoğraf var. Görmüşsünüzdür ama izleyicilerimize de gösterelim. Fotoğrafta, Ahmed eş-Şara ve Veliaht Prens’le beraber, Trump’ı görüyoruz. Bunun öncesinde, anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan'ın da katıldığı bir online görüşmede konuşulmuş, tartışılmış ve Trump, Suriye'ye yaptırımları kaldırma kararı almış. Bu kadarını bekliyor muydun Gönül?
Gönül Tol: Ruşen, aslında bir süredir basına sızan şeyler vardı. Geçen hafta Wall Street Journal'da çıktı. Eş-Şara Trump yönetimine ‘’yaptırımları kaldırın, biz pazarımızı size açalım, enerji kaynaklarımız konusunda iş birliğine gidelim’’ gibi sinyaller yolluyordu. Trump'a yakın enerji sektöründen iş adamları da eş-Şara ile bu görüşmeleri yürütüyordu. Amerikan enerji şirketleri de bu yaptırımların kaldırılması için Trump üzerinde bir baskı oluşturmaya çalışıyordu. Fakat buna rağmen şöyle bir zorluk vardı: Trump'ın kendi kabinesi içerisinde, başında Ulusal Güvenlik Direktörü Sebastian Gorka’nın bulunduğu MAGA’ya (Make American Great Again) yakın ekibin, Suriye'ye ve özelinde de eş-Şara’ya bakışı çok negatifti. Hatta iki gün önce, Sebastian Gorka Arap medyasına bir röportaj verdi ve o röportajda ‘’Ben tarihe baktığımda hiçbir cihatçının ılımlı ve demokrata dönüştüğünü görmedim. O nedenle eş-Şara konusunda çok ciddi çekincelerim var ve Trump’ın ekibinde bu şekilde düşünen tek isim de değilim. Pek çok insan benim bu görüşlerimi paylaşıyor. Dolayısıyla bizim yaptırımların kaldırılması konusunda çekincelerimiz var. Ama tabii kararı Trump verecek” dedi. Bu bir.
İkincisi, Trump'ın ekibinde İsrail'e, Netanyahu'ya çok yakın isimler de benzer çekinceler dile getiriyordu. Özellikle Amerika'nın yaptırımları kaldırması konusunda iki kere düşünülmesi gerektiği, belli şartlar sağlanmadığı sürece yaptırımların kaldırılmaması gerektiğine dair telkinler vardı. Üçüncüsü, Netanyahu şahsen Trump'la her konuşmasında, eş-Şara konusunda çok alarm veren bir fotoğraf paylaşıyordu. “Aman buna dikkat edin, bunlar cihatçı zaten. Adamın adı Golani, Golan Tepeleri’nden geliyor” diyordu. Cihatçı geçmişi çok büyük problem” diyordu. Dolayısıyla, Trump'a hem İsrail ekibinden ve Netanyahu'dan hem kendi ekibinden bir baskı söz konusuydu. O nedenle de yaptırımların kaldırılmasının bu kadar hızlı olacağını, Dışişleri Bakanı Marco Rubio da dahil beklemiyordu. Fakat oldu.
Aslında bu bize Trump'ın dış politikayı yönetme şekline dair çok net bir fikir veriyor. Trump'ın dış politikadaki adımlarını anlamak için ne bu MAGA ideolojisine ne de uzun soluklu stratejisine bakmak gerekiyor. Aslında parayı takip etmek gerekiyor. Bunu Ukrayna örneğinde de gördük. Ukrayna'da da mineral anlaşması imzalandıktan sonra Trump, Ukrayna ve Zelenski konusundaki pozisyonunu son derece yumuşattı. Şimdi burada da yaptırımların kaldırılmasındaki ana motivasyonlarından bir tanesi, çıkarlar. Enerji şirketleri, yakınındaki iş adamları Suriye'de iş yapmak istiyor, temel motivasyonun bu olduğunu görüyoruz. Tabii bir taraftan şunu da söylemek gerekiyor: Trump açıklamasında hem Erdoğan'a hem Muhammed Bin Salman'a teşekkür etti. Aslında Türkiye'den çok daha fazla, Körfez ülkelerinin Trump üzerinde bir baskısı vardı. Mesela bu ziyaretinde de hem Katar hem Birleşik Arap Emirlikleri hem Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri net bir konuşma notu çıkarmışlardı. Trump'a ‘’yaptırımları kaldırmadığınız sürece, Suriye, kendi ayakları üzerinde duramayacak ve Amerika'nın, kendi ayakları üzerinde duramayan bir Suriye'den çekilmesi gerçekçi değil’’ argümanını hep beraber çok net bir şekilde tekrarladılar ve nihayetinde bu karar alındı.
Trump bununla birlikte başka önemli şeyler de açıkladı. “Mesela İbrahim Anlaşmalarına katılmasını bekliyorum" dedi. Neydi İbrahim Anlaşmaları? Arap ülkeleriyle İsrail arasında diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesi süreciydi. Birleşik Arap Emirlikleri, İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde bu adımı ilk atan Arap ülkesi oldu. Şimdi Trump bunu gündeme getiriyor ve eş-Şara da bu fikre çok açık, onu da belirtmek gerekiyor. Zaten eş-Şara, Riyad'da Trump'la görüşmesinden önce bunun sinyallerini vermişti. Aslında bir taraftan da bunlar çok dramatik gelişmeler. Çünkü eş-Şara, İsrail'in, Golan Tepelerindeki kontrolünü kabul edeceğinin dahi sinyalini verdi. Aslında “Hem Amerika'ya hem İsrail'e ciddi tavizler verebilirim, karşılığında yaptırımları kaldırın” mesajını verdi. Dolayısıyla bu yaptırımların kaldırılması, daha büyük bir paketin parçası oldu. İbrahim Anlaşmalarının dışında, o paketin içerisinde ne var? Mesela Trump eş-Şara’ya, "Kürtlerin kontrolü altındaki yerde IŞİD üyelerinin ve onların ailelerinin tutulduğu hapishaneler var, bunun kontrolünü sen ele alacaksın ve bize bu konuda yardım etmeni istiyoruz” dedi. İkincisi de “Filistin'e bağlı çalışan bazı ‘terörist gruplardan’ ve ‘teröristlerden’ kurtulmanı istiyorum” diyerek bir paket sundu. Eş-Şara da bu pakete ‘’tamam’’ demiş görünüyor.

Ruşen Çakır: Ömer şunu hatırlıyorum: Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığının son döneminde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için New York'a gittiğinde, ben de gazetecilerin arasındaydım. Orada Dış İlişkiler Konseyinde soru cevaplı bir konuşma yapmıştı, izlemiştik. Bir düşünce kuruluşundan gelen katılımcılardan birisi, Abdullah Gül’ü, Türkiye'nin El-Nusra Cephesi’ni desteklediği iddiasıyla bayağı köşeye sıkıştırmıştı. Hatta Gül New York Times'ın toplantısına da katılmıştı biliyorsun, orada da en çok sorulan soru o olmuştu. Ahmed eş-Şara, o tarihte galiba El-Nusra’nın başındaydı. Biraz önceki o fotoğrafa tekrar bakacak olursak, tabii ki çok şey değişiyor. Bizde de Devlet Bahçeli Kürt sorununu çözüyor da bu fotoğrafa bakınca insan zorlanıyor. Eş-Şara’nın takım elbise kravatına karşın, mesela Veliaht Prens o geleneksel kıyafetiyle duruyor, bu çok sembolik bir fotoğraf değil mi?
Ömer Taşpınar: Ruşen, bu fotoğraf Ortadoğu'da her şeyin ne kadar çabuk değiştiğini gösteriyor. En önemli değişim tabii ki Beşar Esad rejiminin beklenmedik bir şekilde bu kadar çabuk çökmesi oldu. Türkiye'nin, İdlib'te Heyet Tahrir eş-Şam dediğimiz HTŞ'nin direnişine destek verdiği, bunu Rusya'dan ve Suriye'den koruduğu zaten biliniyordu. Türkiye-Amerika ilişkilerinde Suriye çok ciddi bir sorun haline gelmişti ve bugün geldiğimiz noktada hem Türkiye Amerika ilişkileri için hem de Ortadoğu'daki bütün dengelerin değişmesi için çok önemli bir fırsat penceresi doğuyor. Bu dengelerin merkezinde de Suriye var. Türkiye'nin Kürt açılımında da PKK açılımının merkezinde de Suriye önemli bir rol oynuyor. Tabii ki Erdoğan'ın içerideki iktidar hesapları da önemli bir rol oynuyor, ama Suriye, artık bütün Ortadoğu'daki resmi değiştirmeye namzet bir yerde ve Suudi Arabistan açısından bu çok önemli bir gelişme. Suriye'nin başında, artık İran'a yakın olmayan, Alevi olup, bir şekilde Hizbullah'a destek veren bir rejimin olmaması, İran'ın, Rusya'nın, ama özellikle de İran’ın bu kadar ciddi şekilde etkisini yitirmesi, Suudi Arabistan açısından bulunmaz bir fırsat. O nedenle Suudi Arabistan, Amerika'ya, yaklaşık 4-5 aydır, Trump göreve geldiğinden beri, Suriye'ye bu yaptırımların kaldırılması için tam saha baskı yapıyordu. Çünkü Suriye'nin tekrar kurulması, yapılanması için ciddi ekonomik yatırımlara ihtiyacı var. Bu ekonomik yatırımlar sadece Suudi Arabistan'dan, Katar'dan gelemez, Batı’dan yaptırımların kaldırılması gerekiyor. Eş-Şara da zaten bunu yapmaya teşne, çünkü iktidarda kalmak istiyor. Eğer ekonomik olarak Suriye ayağa kalkmazsa, bu iktidar yaşayamaz.
Suriye'de rejimin yalpalamasından, Suriye'nin tekrar çökmüş bir devlet hâle gelmesinden, en çok da İran ve IŞİD yararlanır. Dolayısıyla bu yaptırımlar, Amerika açısından da bence mantıklı bir hamleyle bugün kaldırılmak üzere. Henüz tam olarak Kongre’den onay alınmadı tabii, bu bir süreç. Ama Trump'ın eş-Şara’yla görüşmesi ve Erdoğan'ı Suriye'de bu kadar desteklemesinin arkasında, Suudi Arabistan'ın bütün bu gelişmelere sıcak bakması var. Trump'ın bir sonraki ziyareti Birleşik Arap Emirlikleri’ne olacak. Zannediyorum bugün veya yarın oraya geçecek. Birleşik Arap Emirlikleri bu gelişmelere bu kadar sıcak bakmıyor. Ama Suudi Arabistan açısından Ahmet eş-Şara’nın İslamcı geçmişi, artık kabul edilen bir şey. ‘’Geçmişte İslamcıydı ama bugün değişti’’ mesajı, Suudi Arabistan Veliaht Prensi tarafından ciddiye alınıyor. Bu mesajın ana mimarı tabii ki Türkiye. Bütün bunlar, Türkiye ve Suudi Arabistan açısından bölgede görmek istedikleri gelişmeler. Burada asıl kaybeden İsrail. İsrail Amerika'yla ilişkilerinde ve Ortadoğu'da gerçekten zemin kaybediyor.

Ruşen Çakır: Yarın İstanbul'da bir zirve olacak. Zirve, ilk başta Putin ve Zelenski'nin buluşacağı, hatta Trump'ın bile gelebileceği söylenen çarpıcı ve kritik bir zirve olacaktı. Ama sonra olay Dışişleri Bakanlığına döndü. Ama yine de önemli değil mi Gönül?
Gönül Tol: Önemli herhalde Ruşen. Ben bundan, Trump'ın istediği şekilde ya da Türkiye'nin arzu ettiği şekilde bir ateşkes anlaşması çıkacağını düşünmüyorum. Zaten Putin bunu ciddiye almadığını, zirveye katılmayarak göstermiş oldu. Bu bence şu açıdan önemli olacak. Aslında bir süredir, Trump'ın, Ukrayna'ya, Rusya'ya bakış açısında bir değişiklik görüyoruz. Hatırlayalım, şubat ayında Trump, Zelenski'yi Oval Ofis’te misafir etmişti ve hatta Zelenski açısından son derece utanç verici bir toplantı olmuştu. Kameralar önünde hem Trump hem Başkan Yardımcısı JD Vance, Zelenski’yi neredeyse aşağılamışlardı, kameralar önünde bir kavgaya tutuşmuşlardı. O MAGA tabanının da çok desteklediği bir şekilde, Trump, Putin'i neredeyse övmüştü ve Zelenski'ye “Biz sana bu kadar yardım ediyoruz, bu kadar askeri finansal destek verdik, sen halen bize minnet duymuyorsun” demişti. Sonra da son derece utanç verici ve diplomatik teamüllere uymayacak bir şekilde, basın toplantısından sonraki görüşmeyi iptal edip, Zelenski'yi neredeyse Beyaz Saray'dan kovmuşlardı. Bu gerçekten utanç verici bir andı.
Oval Ofis görüşmesinden sonra, Zelenski ve Trump yönetimi arasında, Ukrayna'nın mineral kaynaklarını çıkarma, kullanma ve yatırım yapma konusunda, Amerika'ya önemli tavizler veren bir anlaşma imzalandı. Zelenski neden böyle bir anlaşma imzaladı? Çünkü her ne kadar Avrupalılar maddi destek açısından Amerika'dan daha fazla yardımda bulunmuş olsalar da, Zelenski, Amerika'nın diplomatik desteği ve askeri yardımı sürmeden, savaşın gidişatından endişe duyuyordu. O nedenle Ukrayna'ya yardım konusunda Trump'ın desteğini daimî kılmak için böyle bir mineral anlaşması imzaladı. O andan itibaren de hem politikada hem söylemde bir değişiklik görüyoruz. Bu değişikliğin en net göstergesini geçen hafta gördük. Geçen hafta, Münih Güvenlik Konferansı’nın Washington ayağı yapıldı ve Başkan yardımcısı JD Vance konferanstaki bir panelde yer aldı. Orada söyledikleri bütün katılımcıları şaşırttı. Çünkü Ukrayna söz konusu olduğunda herkes, Zelenski'yi yeniden çok sert bir dille eleştirmesini bekliyordu, ama hiç öyle olmadı. Tam tersine, JD Vance “Biz bir an evvel bir ateşkes imzalanmasını istiyoruz. Fakat görüyoruz ki Putin bu konuda çok ciddi değil ve çok fazla şey talep ediyor” dedi. Bu çok kritik. Çünkü ilk kez Trump yönetiminden birisi, Putin'i bu netlikte eleştiriyor. Bence bu dönüşümü görmeye devam edeceğiz. Özellikle Putin'in, “Görüşmeler İstanbul'da yapılsın” dedikten sonra “Ben zirveye katılmıyorum” demesi, Trump yönetimi içerisinde Putin aleyhine değişmekte olan ivmeyi hızlandıracak bir durum. Çünkü Trump buna çok öfkelenecek.
Trump, bir an evvel ateşkes anlaşmasının imzalanmasını ve atılacak adımların bir an evvel konuşulmaya başlanmasını istiyor. Bunu pek çok açıdan istiyor. Birincisi, Trump gerçekten artık bu savaşın sona ermesini ve böylece dış politikada zafer kazanmayı, “Bakın ben bir savaşı daha sona erdirdim” diyebilmeyi istiyor. Ama Putin, zamanın kendi lehine çalıştığını düşünüyor. Bence Putin şunu hesabını yapıyor: ‘’Eğer ben ayak dirersem, bu mesele çetrefilleşirse ve müzakere süreci uzarsa, bir noktada Trump bundan bıkacak.’’ Nitekim bu mineral anlaşması imzalanmadan 3 gün önce, Amerikan Dışişleri Bakanı Marco Rubio “Bu iş çok uzadı. Artık ya bu anlaşmaya varacağız, varmazsak da, artık kendi başlarının çaresine baksınlar, biz de başka işlerle meşgul olacağız” demişti. Putin bunun hesabını yapıyor. Eğer müzakereleri yavaşlatırsa, bir ateşkes anlaşması imzalanmazsa, bir noktada Trump'ın çıldırıp “Tamam kardeşim ben artık bununla ilgilenmiyorum” demesini bekliyor. Ama bu mineral anlaşmasının ardından, bence Trump daha fazla angaje olacak. Putin'in bu zirveye katılmamış olması da Trump'ı öfkelendirecek bir şey. O nedenle, Trump yönetiminden, Putin'e karşı söylemde bir parça daha sertleşme bekleyebiliriz. Yarın yapılacak İstanbul’daki bu zirvede, meselenin gidişatını değiştirecek bir şey beklemiyorum. Zelenski’nin stratejisi nedir? Çünkü Zelenski zirveye katılıyor. Mümkün olduğu kadar Trump'a “Ben bir takım oyuncusuyum. Ben bu meseleyi en az sizin kadar çözmek istiyorum. Putin gelmedi ama ben gidiyorum” mesajını vermek istiyor. Trump'la ve JD Vance'le kısa bir süre evvel kurduğu o yapıcı ilişkiyi sürdürmek istiyor. Dediğim gibi, müzakerelerin yarınki toplantıda sonuç getireceğinden emin değilim ben.

Ruşen Çakır: Gönül sen konuşmana başlarken, Rusya'daki Kommerssant gazetesi, Lavrov’un da İstanbul'a gelmeyeceğinin haberini verdi.
Gönül Tol: Evet. Bu tamamen Trump yönetimini öfkelendirmekle ilgili bir şey.

Ruşen Çakır: Galiba Putin'in bir danışmanı, Ushakov diye birisi olacak. Zirvede Putin de Lavrov da yok. O zaman herhalde Ukrayna da Dışişleri Bakanıyla değil, yine danışman düzeyinde katılır. Bu durumda zirvede seviye düşüyor. Ne dersin Ömer? Trump Putin'e bayağı bozulmuştur herhalde, değil mi?
Ömer Taşpınar: Trump'ın, ‘’ben artık bu işlerle uğraşmayacağım’’ demesinin arkasından yapacağı şey önemli. “Ben bu işlerle artık uğraşmayacağım, bunların ikisi ne halleri varsa görsünler” deyip Rusya'ya yaptırım yapmayacak mı Amerika? Eğer Rusya'ya yaptırımlar artarsa… Çünkü bu konuda hem Kongre’de hem de Beyaz Saray’da baskı var. Marco Rubio da bir şekilde Rusya'ya baskı yapılmasını istiyor. Çünkü oyunbozan olmanın bir bedeli olmalı. Şu anda Zelenski tamamen Trump'ın istediği yönde gidiyor. Yani “Barışa varım, ben bir an evvel masaya oturmak istiyorum ve bir ateşkes yapalım” diyor. Putin de “Ateşkesten daha önemli olan, bizim şartlarımız var ve bizim şartlarımız belli” diyor. O şartları ön plana koyuyor ve “Savaşı bitirmemiz için 3-4 tane şartımız var. Bunları kabul ediyorsanız ateşkesi bırakın, savaşı bitirelim” diyor. Ama bunlar Ukrayna açısından zehir zemberek şartlar. Ukrayna'nın topraklarını kaybetmesi, Kırım'ı kaybetmesi, NATO'ya girmemesi, demilitarize olması, Ukrayna topraklarında Avrupa veya Birleşmiş Milletler barış güçlerinin olmaması. Putin, 2022’deki ön şartlarını, Ukrayna topraklarında savaşın çıkmasına neden olan şartlar olarak gördüğü Ukrayna'nın Batı’ya doğru gidişini ve Batı’nın bir şekilde Ukrayna'yı kucaklamasını sona erdirmek istiyor.
Bütün bunları Ukrayna'nın hazmetmesi, kabul etmesi tabii ki çok zor. Ama bir kere Trump'ın gazabına uğramış, öfkesini görmüş Zelenski, Trump ne derse artık onu yapıyor. Bu anlaşmaları da imzaladı. Zaten Amerika'nın Ukrayna'da ekonomik yatırımlar yapmasını da istiyor. Çünkü bu doğal zenginlikleri paylaşma anlaşmasıyla beraber, Amerika'nın bir şekilde Ukrayna'ya sahip çıkacağını, Rusya'nın da Ukrayna'yı bütünüyle işgal etmesinin daha zorlaşacağını da düşünüyor olabilir. O açıdan da aslında kendi çapında bir bakıma mantıklı bir anlaşma bu ve İstanbul'a, Türkiye'ye gelerek de “Ben anlaşmaya varım” diyor. Lavrov'un gelmemesi, Putin açısından, bu duruma bir rest çekme aslında. Putin “Ben burada yokum” diyorsa, bunun belirli bedelleri olacak mı? Amerika “Tamam o zaman, bu iş artık bitiyor galiba. Biz bunları bir araya getiremiyoruz” deyip bütünüyle çekilecek mi, yoksa Rusya üzerine bir ekonomik yaptırım paketi gelecek mi? Bunu takip etmek gerekiyor.

Ruşen Çakır: Son olarak PKK'nın kendini feshetme kararı hakkında kısaca konuşalım. Pazartesi günü fesih kararını resmen dile getirdiler biliyorsunuz. Kongre’yi topladılar. Bu konuda bir şeyler söylemek istersiniz herhalde. Gönül ne dersin?
Gönül Tol: Ben Suriye ayağından bahsedeyim kısaca. Bence şöyle bir resim ortaya çıkacak: Her ne kadar Erdoğan ‘’PKK'nın silahları bırakma kararı, PKK'nın bölgedeki bütün ayaklarını da kapsıyor’’ dese de Erdoğan'ın aslında Suriye'de şöyle bir senaryoya teslim olması gerekecek. Erdoğan, YPG'nin askeri güçlerinin Suriye Ordusu’na entegre olduğu, fakat silah bırakmadığı ve kısmen de Kuzey Suriye'de, şu anda bulundukları yerlerde o görevi ifa ettikleri, güvenlik mekanizmasının bir parçası oldukları fakat bölgelerini terk etmedikleri bir senaryoya ve bir miktar adem-i merkeziyetçiliğe ‘’tamam’’ demek zorunda kalacak. Galiba 10 gün önce bir Kongre yapılmıştı. Kürtlerin kongresinin ardından, yine bu adem-i merkeziyetçilik vurgusu yapılmıştı ve Erdoğan buna çok sert bir şekilde karşı çıkmıştı. Ama alternatifi söz konusu değil ve gerçekçi de değil. Alternatifi nedir? Ahmed eş-Şara bugüne kadar “Güçlü bir merkezi otorite kurmak istiyorum” diyordu. Şimdi onu yapması mümkün değil. Neden mümkün değil? Birincisi, her şeyden önce, bunu yapabilecek bir askeri gücü yok. Çünkü Suriye Demokratik Güçleri, (SDG), Amerikalılar tarafından iyi eğitilmiş, silahlı, organize on binlerce insandan oluşan ciddi bir güç. Şam’ın bununla savaşacak gücü yok.
İkincisi, mesele sadece Kürtler değil, güçlü bir merkezi yönetime karşı çıkan sadece Kürtler değil. Dürziler’in de güneyde, Süveyda etrafında benzer bir mekanizma kurduğunu görüyoruz. Nedir o mekanizma? Orada güvenliği Suriye'nin güvenlik güçleri sağlıyor ama Dürzilerin kendi askeri milisleri, o merkezi yönetimin güvenlik aygıtının bir parçası. Dolayısıyla ona benzer bir senaryonun, Kürtlerin yoğun olduğu yerde tekrarlandığını görebiliriz. Her ne kadar istemese de Eş-Şara'nın buna ‘tamam’ demekten başka bir alternatifi yok. Peki, bu, PKK'nın silah bırakma çağrısı açısından ne demek oluyor? Aslında Şam ve Suriyeli Kürtlerin yürüttüğü müzakerelere yardımcı olacak bir şey. Çünkü Öcalan'ın açıklamasından bu yana zaten Türkiye saldırıları durdurarak, aslında Kürtler, Suriyeli Kürtler ve Şam arasındaki müzakerelere bir parça yardımcı oldu. Bu aranjman, bir taraftan Türkiye'nin güvenlik kaygılarını daha da azaltarak, Şam'ın, Kürtlerle bulduğu o orta noktaya, müzakereye onay vermek zorunda kalacak. Bu aslında kötü bir gelişme değil, bu pozitif bir gelişme. Çünkü ben, Suriye gibi bir yerde, çok güçlü bir merkezi otorite kurulmasının, ülkenin uzun süreli stabilitesi açısından doğru olduğunu düşünmüyorum. Bazı yerel güçlere bir parça otonomi verilmek zorunda. Buna otonomi denmek zorunda değil. Tamam, federasyondan bahsetmiyoruz ama bu insanların kendi yaşadıkları, yönettikleri yerlerde bir parça otonomilerinin olması gerekiyor. Suriye'de o yöne doğru gidiyoruz ve Öcalan'la başlatılan süreç buna yardımcı olacak.
Şunu söyleyerek bitireyim: Bahçeli ve Erdoğan bu süreci sadece ‘’biz terörü bitirdik ‘’olarak çerçeveliyorlar. Ama eğer Kürt meselesinin ana kaynağı olan demokratik insan hakları talepleri karşılanmazsa, o zaman Türkiye, onlarca yıldır olduğu gibi, Suriye'deki gelişmelere karşı zayıf bir konumda kalacak ve o mesele çeşitli bölgesel ülkeler tarafından kaşınmaya müsait olacak.

Ruşen Çakır: Ömer sen ne dersin?
Ömer Taşpınar: Türkiye içinde bu gelişmeye baktığımızda, PKK'nın silah bırakması bir bakıma ilk etap olarak gözüküyor. PKK silah bırakmasa, arkasından hiçbir şekilde hukuk devletine dönüş veya Kürt meselesinde atılacak demokratik adımlar konusunda bir talebi olamazdı. Ne DEM Parti’nin ne Abdullah Öcalan'ın olabilirdi. O nedenle ‘’ilk adımı biz attık, istediğinizi yaptık, şimdi sıra sizde, sizin adım atmanız gerekiyor’’ deme durumunu getiriyor iç politikada. Bu, Erdoğan açısından, bir bakıma DEM Parti’yi, Kürt seçmeni ve Abdullah Öcalan'ı, nihayetinde Selahattin Demirtaş'ı da CHP ile çok ciddi bir koalisyon içine girmekten menediyor gibi geliyor bana. Erdoğan açısından kendi iktidarını perçinlemek ve sanki Türkiye'de çok derinleşen bir otoriterlik yok da Türkiye, Kürt meselesini de çözmeye doğru demokratik adımlar atıyormuş gibi davranma açısından bir fırsat penceresi. Bu karışık bir iç politika dinamiği. Potansiyel riskleri de hâlâ var.
Dış politikaya baktığımızda, Türkiye'nin Suriye'deki amacı, PKK'nın devamı olarak gördüğü YPG-PYD örgütünü lağvetmek, onları silahsızlandırmak, onlara pes ettirmekti. Türkiye onu yapamadı T. Fakat bunu PKK üzerinden, Türkiye üzerinden yaptığında bir başarı hikâyesi de sunabiliyor. Yani “Ben Suriye'deki gelişmelere ‘eyvallah’ diyorum. Kürtlerin orada bir şekilde Ahmet eş-Şara ile masaya oturmaları, ortaya çıkacak Suriye Anayasası’nda, anayasal olarak, Kürtlerin kurucu bir unsur kabul edilmesi, Türkiye'dekinden daha fazla siyasi, kültürel, kurucu haklara sahip olmasına ‘evet’ diyorum. ‘’Buna niye evet diyorum? Çünkü ben içeride zaten artık PKK konusunda bir tehdit görmüyorum. Ben bu konuda toleranslı olabilirim" mesajını veriyor. Bu mesajı Hem Suriye'ye hem Amerika'ya veriyor. Amerika'ya bu mesajı vererek “Sizin artık burada kalmanız için hiçbir neden yok” diyor. 
Zaten Amerika'nın orada 2,000 askeri vardı. Bin askerini çekecek, diğer bin askerini de çekmesini isteyecek, böylece Suriye'yi, meşru, kazançlı ve kendisine bağlayıcı bir şekilde önüne bakmak istiyor Türkiye. PKK'nın silahsızlandırılması, Türkiye'nin Suriye politikası açısından, Suriye’de elde edemediğini, içeride bir adımla, dünyaya ve Amerika’ya güçlü gözükme ‘’Artık sizin buradan çıkmanız gerekiyor, burada Kürt meselesi diye bir şey kalmadı, zaten bir tek IŞİD var, IŞİD konusunda da ben varım, Ahmet eş-Şara var, Ürdün var, Irak var. Biz bölgede Türk-Arap Birliği olarak bu işi hallederiz, siz Amerika olarak buradan çıkın” deme fırsatını da sağlıyor. Amerika'nın Suriye'den çıkması, Amerika’nın, uzun süreden beri YPG'ye sağladığı desteğini kesmesi açısından Türkiye'nin istediği bir şeydi. Bence onun da önünü açan, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına uygun bir gelişme. Dış politikadaki ayağını da böyle okumak gerekiyor.

Ruşen Çakır: Arkadaşlar, bayağı yoğun bir gündemi çok hızlı bir şekilde özetlediniz. Çok teşekkür ediyorum. Haftaya tekrar buluşmak üzere diyelim ve izleyicilerimize de ayrıca teşekkür edelim. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar'la ‘Transatlantik’ bu hafta bu kadardı. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı